10 Temmuz 2010 Cumartesi

The International


...And Justice For All

Arthur Kirkland ( Al Pacino) küçük -büyük demeden her davayı kabul eden,dürüst ve idealist bir avukattır. Tek sorunu biraz agresif olmasıdır, zira bir davada yargıç Henry Fleming'i yumruklamaktan geceyi nezarette geçirmiştir.

Fakat gün gelir, birbirlerinden nefret eden bu iki adamın yolları bir olayla kesişir. Yargıç Fleming, bir kadına tecavüz etmekten yargılanmaktadır, ve kendisi avukat olarak Arthur Kirkland'ı istemektedir. Başta Arthur kabul etmez, fakat çok güçlü bir adam olan yargıç tarafından, meslek hayatının bitirileceği tehdidiyle karşılaşınca mecburen davayı kabul eder. Süre ilerledikçe ele geçen bilgiler yargıcın suçlu olduğunu göstermektedir, fakat yargıç bağlantıları sayesinde olayı örtbas etmeyi başarmıştır.

Bir yandan bunlar yaşanırken, diğer taraftan stop lambası yanmadığı için hapse atılan ve 1.5 yıldır hapiste yatan bir adam masum olduğu ispat edilmesine rağmen hukuksal boşluklar yüzünden beraat edememektedir. Kısaca adalet kavramı kişiden kişiye farklılıklar göstermektedir ve her geçen gün Arthur adalete olan inancını kaybetmektedir.

Arthur bir yol ayrımına gelmiştir, ya olayın örtbasına göz yumacak ve mesleğine devam edecektir, ya da olayı ortaya çıkartıp meslek hayatını sonunun gelişine tanık olacaktır. Mahkemede yaptığı final konuşması ile efsaneleşen, türünün en iyi filmleri arasında gösterilen "...And Justice For All" , Al Pacino'ya bu rolüyle oscar adaylığı da getirmiştir. Puan : 7,5 / 10

Five Fingers

İdealist bir Hollandalı olan Martijn (Ryan Philippe) , iyi beslenemeyen çocuklara yardım etmek için, rehberi Gavin ile birlikte Fas'a gider. Fakat bindikleri otobüste kaçırılır. Gözlerini açtığında kendini elleri bağlı bir halde , bir odada bulur. Hangi ülkede olduğunu bilmemektedir. Ahmat ( Laurence Fishburne) isminde biri tarafından kaçırılmıştır. Önce gözünün önünde Gavin'i öldürürler, ve kendisine paranın yerini sorarlar.

Martijn ısrarla masum olduğunu iddia etmektedir, bu yüzden işkenceye maruz kalır ve parmaklarını teker teker keserler. Zaman geçtikçe Martijn'in zannettiğimiz kadar masum olmadığı ortaya çıkar ve Avrupa'da büyük fırtına koparacak bir operasyon için zehirli bakteri üreten bir bilim adamına para getirdiğini itiraf eder. Fakat bu Ahmat için yeterli olmaz .

Film süreci boyunca iki taraf karşılıklı olarak birbirini tartmaktadır,çünkü Ahmat Martijn'e güvenmemektedir ve kendini ispatlayamazsa onu öldürmekle tehdit etmektedir. Martijn ise yeni olduğu için örgütte bilinmediğini iddia etmektedir. Kime güveneceğimizi bilemeyiz.

Ve o muhteşem finalle , bütün sorular cevabını bulduğunda kendinizi şaşırmış ve aptallaşmış hissedeceksiniz . Özgürlük anıtıyla son bulan film, özgürlükler ülkesi Amerika'nın, istediği bilgiye ulaşmak için özgürce (!) davranmaktan hiç çekinmediğini gösteriyor bize . Puan 7 / 10

Shoot'em Up

Bu filmi anlatmaya nereden başlayacağımı bilemiyorum, Cliwe Owen'ın havuçla adam öldürmesini mi anlatsam, Monica Bellucci ile sevişirken 6 kişiyi öldürmesini mi , Paul Giamatti ve ekibinin , "Bombacı Mülayim" i kovalayan ekibi andırdığını mı anlatsam bilemiyorum .

Ama ortada bir gerçek var, film acayip keyifli. Sürekli kahkalar ve yok artık nidalarıyla filmi izliyorsunuz . Birbirinden yaratıcı sahneler ( parmakları kırılan Cliwe Owen'ın havuçla tetiğe basması) eşliğinde 80 dakika sürekli aksiyon vaat ediyor.

Kahramanımızın adının sadece Smith olduğunu biliyoruz, kim olduğu , nereden geldiği belli değil. Sadece yolun kenarında oturmuş , güzel güzel havucunu yerken, hamile bir kadının çığlıklar içinde koşturduğuna ve peşinden bir grup silahlı adamın geldiğine tanık oluyor. Silahlı adamlarla çatışırken bir yandan da kadının doğumuna yardım ediyor (!) , ve sonunda kadının ölmesiyle bebek Smith'e kalıyor. O da bebeğe en iyi bakabilecek kişinin fahişelik yapan Donna (Monica Bellucci) olduğuna karar veriyor , ve onu da yanına alarak , bebeği öldürmeye ant içmiş olan Hertz (Paul Giamatti) 'den kaçıyorlar.

Film ilerledikçe Hertz'in araştırmalarından öğreniyoruz ki , Smith aslında göçmen bir ailenin çocuğu ve av tüfeği sattığı bir adamın , karısıyla çocuğunun ölümüne yol açmasından dolayı hayata küsmüş durumda.

Her sahne keyifli ama özellikle , binanın tepesindeki ışıklı tabelaya ateş ederek "fuk u" ve "fuk u too" kapışmaları çok matrak . Puan : 7 / 10

What Just Happened ?

What Just Happened ? , hollywood sinema sektörünün perde arkasını anlatan bir film. Hikayenin merkezinde ikinci derecede önemli bir yapımcı olan Ben ( Robert DeNiro) var. Film 3 konu üzerinden ilerliyor, birincisi Ben'in eski karısıyla (Robin Wright Penn) olan ilişkisi , ikincisi sakallarını kesmeyi reddeden Bruce Willis'i ikna çabaları , üçüncüsü ise Sean Penn'in Cannes Film Festivali'nde gösterilecek olan ama önizlemede kötü not alan son filminin sonunun (köpeğin öldürüldüğü sahne) değiştirilmesi .

Doğal olarak yıldızların egolarıyla başa çıkmak kolay değil, Bruce Willis sakalımı kesmem diyor, yönetmen filmin sonunu değiştirmem diyor, bunlarla uğraşmak da Ben'e düşüyor. Bruce Willis'in sakalını kesmesi önemli, çünkü yapımcı prodüksiyonu iptal etmekle tehdit ediyor, bu da 200 kişinin işinden olması demek, yönetmenin filmin sonunu değiştirmesi önemli çünkü Cannes Film Festivali'nde film beğenilmezse, Amerika'da sınırlı sayıda sinemada gösterilecek bu da filmin gişesini etkiler.

Hollywood'un perde arkasına güzel bir bakış atıyor film. Filmi izlerken sürekli "daha iyi olabilir miydi acaba" diye düşünmedim değil açıkçası , ama yine de bir şekilde izlettiriyor kendini. Puan 6,5 / 10

9 Temmuz 2010 Cuma

Sonbahar

Sağlık durumu sebebiyle tahliye edilen Yusuf'un, memleketi Hopa'da geçirdiği son günleri anlatan "Sonbahar" aynı zamanda filmin senaryosuna da imza atan Özcan Alper'in yönettiği ilk film. Bir yönetmenin ilk filminde bu kadar ağırbaşlı davranması , her sahneye damgasını vurması olacak iş değil !

Film, cezaevlerinde açlık grevi yapan mahkumları ikna etmeye çalışan polisin "herşeye rağmen yaşamak güzeldir ! " sözüyle başlıyor, daha başından anlıyorsunuz tokat gibi bir film geliyor. Yusuf'un sessizliği , yalnızlığı ve içinde kopan fırtınalar, karadenizin hırçın dalgalarıyla hayat buluyor sanki.

Her sahne çok özenle çekilmiş , ama özellikle o finali yok mu, insanın yüreğini parçalıyor. Özcan Alper ilk filmiyle gerçekten muazzam bir iş çıkarmış , bence Türk Sinema Tarihinin en iyi filmlerinden birine imza atmış. Puan : 8,5 / 10

Merak edenler için finaldeki annenin ağıtı : "sonbahar geçti de kış mı geldi oğul. On yıl bir delikte kaldın da oğul, yüreğin mi çürüdü oğul,benim yusuf'um oğlum... Senin için bahar olmadığını biliyordun da oğul, o yüzden mi kışın yaylaya çıktın. Gel oğlum yusuf'um gel benim yusuf'um oğul.”

Snakes on a Plane

Los Angeles savcısının, bir türlü yakalanamayan gangster Eddie Kim tarafından öldürülüşüne tanık olan Sean Jones ifade vermek üzere yanında onu korumakla görevli FBI ajanı Neville Flynn ile uçakla Los Angeles'taki büyük jürinin önünde ifade vermek için yola çıkarlar. Fakat Eddie Kim uçağa dünyanın en zehirli yılanlarını yerleştirmiştir, ve uçağın ne pahasına olursa olursun yere inmemesini sağlamak istemektedir.

Konu fena değil , yani al eline patlamış mısırı keyfine bak dedirten filmlerden. Bir de başrolde Hollywood daki her 3 filmden 2 sinde oynayan Samuel L. Jackson var, yanında da ER da kalplerimizi fetheden Julianna Marguiles, daha ne olsun :) yılanlar da çok akıllı , kimi öldüreceklerini biliyorlar, ya güzel kadınlara ya da pilotlara saldırıyorlar. Tam hollywood işi aksiyon , arkanıza yaslanın , çok da kafaya takmadan keyfini çıkarın ! Neville Flynn'in Sean Jones'a dediği gibi ; " Dediğimi yap ve hayatını yaşa ! " Puan : 6 / 10

Luo Ye Gui Gen / Getting Home

İki yakın arkadaş olan Zhao ile Liu içki masasındayken , Liu birden ölür. Bunun üzerine Zhao , Liu 'yu memleketinde toprağa vermeye karar verir. Bu o kadar kolay olmayacaktır, bunun için ülkeyi bir uçtan diğerine en yakın arkadaşını sırtında taşıyarak geçmek zorundadır, çünkü kimse ölü bir adamın varlığından hoşnut değildir.

Film kısaca bir yol filmi , filmde Zhao'nun karşısına çıkan karakterler - soyguncular, kamyon şöförleri, kendi cenazesini düzenleyen adam, bisikletli çocuk, traktörüyle kaza yapmış bir adam, arıcılık yapan aile , kuaför kız, para karşılığı kan veren kadın - hikayenin ilerleyişinde Zhao'nun hedefine ulaşmasına yardımcı olmaya çalışıyorlar.

Sürpriz finali ile de Zhao'ya biraz daha acıyoruz. Uzakdoğu sinemasından güzel bir "vefa" filmi . 7,5 / 10

My Left Foot

İrlandalı şair, yazar, ressam Christy Brown'un gerçek yaşam öyküsünü anlatan film, Daniel Day Lewis'in muhteşem performansıyla sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasındaki yerini çoktan almış durumda. Bu rölüyle oscar ödülünü kazanan Daniel Day Lewis'in dışında , annesi rolünde oscar kazanan Brenda Fricker ve Christy Brown'un çocukluğunu oynayan Hugh O'connor harika performanslar sergiliyor.

Sadece sol ayağını kullanabilen bir adamın , azim dolu muhteşem hayatını anlatırken , yönetmen Jim Sheridan filmin hiçbir sahnesinde duygu sömürüsüne kaçmıyor , Christy Brown'a acımamızı istemiyor, onun azmine , hayatla olan mücadelesine saygı duymamızı , hayran olmamızı istiyor.

Restoranda Christy 'nin , Dr. Eileen ' den hoşlandığı itiraf ettiği ettiği ve karşılık bulamayınca yaşadığı hayal kırıklığı ve agresifliği , sinema tarihinin en unutulmaz oyunculuk gösterilerinden birine tanık olmamızı sağlıyor.

Metod oyunculuğuyla tanınan Daniel Day Lewis bu rol için aşırı kambur oturmaktan iki kaburga kemiğinin kırılmasına yol açmıştır, bunu da ek bilgi olarak belirtmekte fayda var .

Jim Sheridan imzalı, İrlanda Sinemasını dünyaya tanıtan bir başyapıt ! Puan : 8 / 10

Charlie Wilson's War

Charlie Wilson, 6 kere üstüste kongrede seçilen, her oylamaya "evet" dediği için birçok farklı grup tarafından sevilen ABD'li kongre üyesi. Aynı zamanda , Afganistan'ın Rusya'yı yenmesinde başrolü oynayan kişi ! Nasıl mı ? ABD'nin destek fonu olarak ayırdığı 5 milyon doları 1 milyar dolara çıkartarak ! Afganlara silah desteği sağlayarak , 1988 yılında Rusların Cenevre Ant. imzalamasına sebep olmuştur.

Charlie Wilson's War, yaşananların anlatıldığı aynı isimli kitaptan sinemaya uyarlandı. Başrollerinde Tom Hanks , Julia Roberts , Philip Seymour Hoffman ve Amy Adams'ı barındıran film , aynı zamanda "West Wing" gibi bir şaheseri yaratan Aaron Sorkin'in kaleminden beyazperdeyi uyarlandı .

İçki, sigara, uyuşturucu, kadınlar ... Charlie Wilson'ı özetlemek için gerekli olan 4 kelime , bir de unutmadan Kızıl Ordu'nun tarihinde ilk kez savaş kaybetmesine sebep olan kişi :)

Kızıl Ordu yenilir , fakat Charlie Wilson bunu yeterli bulmaz , ona göre şimdi Afganistan'a eğitim için yatırım yapılmalı ve hastaneler açılmalıdır. Fakat CIA bu desteği lüzumsuz görür, ve bu hata onların bugün bile yakasını bırakmayın zincirleme sorunların sadece başlangıcıdır.

Charlie Wilson'ın dediği gibi " Bu şeyler oldu , şanslılardı ve dünyayı değiştirmişlerdi. Ve sonra oyunun sonunu mahvettik ! "

Birbirinden başarılı performanslar eşliğinde, mizah unsuru da katılarak ortaya çok başarılı bir film çıkmış. Puan : 7.5 / 10